Final projesi için yazacağım hikaye bir Gençlerbirliği taraftarı hakkında olacak. Fakat bu taraftar diğerlerinden biraz olsun farklı bir hikayeye sahip. Bu yazı dizisi Ankara Üniversitesi Fizik Mühendisliği bölümünde doktorasını bitirmek üzere olan Hasan Özgür Çıldıroğlunun hikayesidir.
https://soundcloud.com/user-395046326/hasan-ozgur-cildiroglu-ses-kayit-part1
Hasan Özgür Çıldıroğlu araştırma görevlisi olarak yaşantısını sürdürmekte olan ve kendini teorik fizik alanında geliştirmek için çabalayan genç bilim insanı adaylarından bir tanesi olarak fizik dünyasında göze çarpıyor. Yaklaşık iki buçuk sene önce yüksek lisans tezi ile ilgili bir makale yayımlayan Özgür, fizik alanında bu makalenin etkisinin çok iyi olduğunu ve kendisine olan dönüşlerin iyi anlamda olduğunu belirtiyor. Araştırma görevlisi işini üç buçuk senedir yapan Çıldıroğlu, hayatında önemli birkaç karar olduğunu ve bunlardan ilkinin Fizik okumak ve üzerine çalışmak olduğunu belirtiyor. Çocukluğunda başlayan bilim sevdasını teyzesinin Almanya'dan gönderdiği mikroskop olduğunu söylüyor. Tabii küçük yaşlarda mümkün mertebede bilim ile ilgilenmeye çalışan Özgür okul hayatının tamamının bilim adamı olma isteği ile devam ettiğini söylerken gözleri parlıyor. Yaptığı iş ile gurur duyan birisini görmek bende gerçekten de güzel duygular oluşturuyor.
Özgür’ün aldığı bir diğer önemli karar ise koyu bir Beşiktaşlı olmasına rağmen Gençlerbirliği’ni desteklemesi. Her iç saha maçına giden ve elden geldiğince kulübe destek olmaya çalışan Özgür, bu durumu şöyle açıklıyor: “Eskiden yani ben küçükken babam Ankaragücü maçlarına değil Gençlerbirliği maçlarına götürürdü beni. Nedenini ise ne kadar çok maça gittiysem o kadar iyi anladım. Çünkü Gençlerbirliği taraftarları bu ülkede ki en düzgün taraftar kitlesine sahip. Statta topluca ya da bireysel bir şekilde asla küfür edilmiyor. Ha edildi diyelim hemen etrafındaki taraftarlarca uyarılıyor.” Gerçek bir taraftarın nasıl olması gerektiğini ve bu gerekliliği yerine getiren tek bir takım taraftarı olduğunu belirten Özgür, aynı zamanda benim de daha öncelerde dediğim gibi maçlar ile şüphesi olanları maçlara davet ediyor ki; insanlar bu durumun gerçekliğini kendi gözleriyle görsünler.
Sosyal hayatın bilim dünyasında gerçekten büyük bir yer kapladığını belirten Özgür, kendi durumunu ise şu şekilde belirtiyor: “Bilim adamı olmak istiyorsanız eğer hayatınızın tamamını ona adamalısınız. Aksi takdirde ilgi görmediği için sizi terk edebilir ve sizin bundan haberiniz bile olmaz.” Bazı konuşmalarımızı kendisi ile samimiyetimizden dolayı kayıt dışı edinmiş olmamı da söylemem gerektiğine inanıyorum. Gençlerbirliğinden konuşurken belirttiği ve benim de bir bilim adamı adayı olarak katıldığım çok doğru bir önerme var Özgür adına. O da şudur ki: “ Herhangi bir işi yapan insanlardan çok farklı işimiz var. İnsanlar gün içerisinde ya hareket halindeler ya da diğer insanlar ile iletişim halindeler fakat ben ve benim gibiler günün her saatini ders çalışarak geçiriyoruz. Sabahın erken saatlerinden akşamın geç saatlerine kadar… Odadan çıktığımda okulda kimse kalmamış oluyor. Haliyle eve giderken bile kimseyi görmüyorum. Bu bir sosyal eksiklik yaratıyor. Fakat bu açığı her iki haftada bir gittiğim ve arkadaşlarım ile vakit geçirip, stres atabildiğim bir aktivite oluyor Gençlerbirliği maçları.”
https://soundcloud.com/user-395046326/hasan-ozgur-cildiroglu-ses-kayit-part2
Özgür ile benim tanışmam ise bir maç esnasında gerçekleşti. Şans eseri yoğun bir tribün ortamında yan yana gelmemiz sonucunda, bütün bir maç boyunca muhabbet etmemiz ve her ikimizin birden muhabbetten zevk alması ile sürekli görüşür hale geldik. İlk başlarda ortak olan tek noktamız Gençlerbirliği iken bir süre sonra konu Gençlerbirliğinden çıkıp her alana yöneldi ve böylece Gençlerbirliği sayesinde iki yakın dost olabildik.
Gençlerbirliği taraftarlarını bugüne kadar hep benim ağzımdan duydunuz ve bu biraz olsun yanlı görülebilir. Fakat bir başka kişiden daha duymak durumu genellememe ve gerçeğe yaklaştırma olasılığımı arttırır düşüncesi ile Özgür’ün anlattıklarını onun kendi ağzından yazmak istiyorum. “Gençlerbirliği taraftarlarının çoğu yüksek eğitim seviyesine sahiptir. Sıradan bir maça gittiğinizde tribünlerde görebileceğiniz üç farklı grup vardır. Bunların birincisi, uzun zamandır maçları stadda takip eden ve artık neredeyse birbirlerine benzemeye başlayan emekli olmuş amcalar. Ve bu amcalar gerçek anlamda bilgi kaynaklarıdır. İkinci grup ise, belli bir iş durumuna sahip, stabil hayatları olan fakat yanyana geldiklerinde ise bazen aşırıya kaçan hareketlerde bulunabilen genç insanlardan oluşur. Ama bu grubun hiçbir kötü niyeti yoktur. Son grup ise iyi eğitim seviyesine sahip olan insanların oluşturduğu gruptur. Dışarıdan baktığınız da normal bir insandan farklı değildir. Fakat tanışıp konuştuğunuz da, onların düşüncelerini öğrendiğiniz de ne demek istediğimi gayet iyi anlayacaksınız. Kısaca bu grup, doktorlardan, akademisyenlerden, öğretmenlerden ve öğrencilerden oluşur. Öğrenciler kısmı ilginç gelebilir ama şöyle açıklamama için verin; onlar gelecek ve ileride bizim yerimiz geçecekler. Şimdi bizler önemli isek sadece onları eğitmek için önemliyiz. Bu şekilde bilimi daha ileriye taşıyabiliriz.”
Gelecek nesiller ile ilgili düşüncelerinin ve bilgiyi yaymaya çalışmasının sebebi olarak Namık Kemal Pak'ı gösteriyor Özgür. Pak, ülkenin gelmiş geçmiş en iyi fizikçilerinden biriydi. Yaklaşık iki sene önce vefat eden Pak, Özgür’ün tez hocası olarak çalıştığı hocaydı. Özgür, Namık Hocayı şu şekilde anlatıyor: “ Hayatta paylaştıkça çoğalan iki şey vardır. Birisi sevgi, diğeri de bilgi. Hayatımın son dönemlerinde bunu başarmaya gayret ediyorum.” Namık Hocanın müthiş bir bilgi birikimine sahip olduğunu belirten Özgür, onun tek amacının bilgiyi ve sevgiyi yaymak olduğunu anlatıyor. Namık Hocanın kendi çizdiği yolda yürümekten gurur duyduğunu anlatan Özgür, hayatının son anına kadar Namık Hocayı rol model olarak alacağını ve bu yolda ilerleyeceğini belirtiyor.
Sosyal hayata da büyük bir önem veren Namık Hoca, Özgür’ün akıl hocası olmasıyla beraber onu doğru bir yola sürüklemiş gibi duruyor. Bu durumun önemini fazlasıyla anladığını kanıtlayan Özgür ise Gençlerbirliğini sosyal hayattan çok zevk aldığı bir aktivite olarak tanımlıyor, aynı fizik gibi…
10 Comments
Merhaba sevgili Ankaralılar, Türkiye’nin bütün şehirleri, ilçeleri, kasabaları hatta ve hatta köylerinin de vazgeçilmezi olan kahvehaneler Ankara’da da fazla sayıda mevcut. Ki Ankara’nın en merkezi olan yeri Kızılayda bile birçok kahvehane bulunmakta. Bunların arasında en samimi, en güzeli Bulvar Aile Çay Salonudur. Karanfil 2 sokakta bulunan Bulvar aile oyun salonu, siz yoldan yürürken bile kafanızı çevirip içinizin ısınabileceği bir samimilikte. Bulvar aile salonunda çalışan insanlardan sürekli gözüme çarpan ve garsonluk yapan İhsan ve Erdal Bey. Erdal Bey ile yaptığım diyaloglardan sonra onunla bir röportaj yapmanın gerçekten faydalı olacağını ve burayı okuyan herkesin onun düşündüklerinden, yaşadıklarından ilham alabileceğini düşündüm. İnsanların hafta sonu yoğunlukta olmak üzere birbirleriyle vakit geçirmek, oyun oynamak ve maç izlemek için ortak noktası olan Bulvar aile salonu bir nevi Erdal Akça üzerine kurulu. İşletmenin sahibi değil de sadece bir çalışan olarak bu sıfata nail olmak gerçekten de önemli. 47 yaşında olan Erdal Bey – ya da Erdal Ağabey 25 senedir evli ve bu süreçte eşiyle arasında herhangi bir sıkıntı çıkmadan yaşadıklarını, üç çocuğunun geleceği için el ele vererek çabaladıklarını anlatıyor. Erdal ağabey yaklaşık 20 senedir bu işi yapıyor ve günde 60 tl kazanıyor. Tüm gün – yaklaşık 14 saat ayakta insanlara çay dağıtıp, koşuşturmayla geçen emeğin karşılığı olarak bu para layık görülüyor ona. Neden bu işe devam ettiğini sorduğumda ise cevabı çocuklarım için oluyor. “Bir tanesi üniversitede her ay para göndermem gerekiyor. Bir diğeri bu sene üniversite sınavına hazırlanıyor haliyle paraya ihtiyaç var.” ve ekliyor “Ortaokul mezunuyum fakat çocuklarım okusun diye bu çileyi çekiyorum.” . Dayanak noktası bu olmakla beraber laf arasında imkân bulsa iş değiştirmek istediğini, her gün değişik insanlar ile uğraşmaktan sıkıldığını belirtiyor. Çünkü insanların istekleri ile uğraşmanın sanıldığından da zor olduğunu ve 3 sene kalan emekliliğini beklediğini belirtiyor. Erdal ağabey işe ilk başladığında tek derdinin ailesini geçindirmek olduğunu ve bu isteğinin şimdi bile değişmediğini belirtiyor. Evde başka çalışan olmadığından bütün yükün kendinde olduğunu belirtirken hayata dair amacının 25 senedir değişmediğini ve kendi başaramadığı üniversite bitirmeyi çocuklarından beklenti olarak kendi içinde tutuyor. İşte karşılaştığı ilginç insanlardan veya olaylardan herhangi bir örnek istememe karşılık olarak beni işaret ediyor ve ekliyor “Bugüne kadar insanlar benden içecek, tost ya da hesap istedi ama sen röportaj yapmak istedin. Haliyle sen ilk sıraya çıkıyorsun.”. Burada çalışırken farklı karakterde birçok insan görüyorsun haliyle bunun sana tecrübe olarak bir artısı oluyor. Bu tecrübe ile insanları daha rahat tanıyor ve karakterlerini anlayabiliyorsun derken gülüyor ve ekliyor “Bir tek seni çözemedim Özgür.”. Erdal ağabeyin tek temennisi oturduğu evin kendisine ait olması ve şahsi bir arabaya sahip olması. İhtiyaç olduğunda başka birine dil dökmek zor ve bundan kurtulduğu için mutlu olduğunu belirtiyor.
Kahvehanelerin kökeni herkesin tahmin edebileceği gibi kahve kültürünün yayılması temellidir. 15. Yüzyıl ortalarında kahve kültürünü yaymak isteyen Yemenliler şehirlerin belirli yerlerine kahvehane açmaya başladılar. Osmanlı zamanında ise ilk kahve Tahtakale’de açıldı ve beklenilenden büyük ilgi gördü. Kısa süre içerisinde bütün İstanbul’a yayılacak şekilde genişledi. İnsanlar buralara kahve içmek için gelir ve ya arkadaşlarıyla muhabbete dalar ya da kendi meşguliyetleri ile ilgilenirlerdi. Gel gelelim bir nevi isim değişikliğine 19. Yüzyılın ikinci yarısında yeni tip kahvehaneler ortaya çıkmaya başladı. Buralarda gazete, dergi, kitap okunuyor ve adına kıraathane deniyordu. Eski dönemlerde buralara “aydın” kesim gidiyor ve buraların kahvehanelerden farklı olduğunu yaptıkları aktiviteler ile gösteriyorlardı. Günümüzde ise kahve kültürü biraz değişmiş durumda. Neredeyse her sokak arasında bulunan kahvehaneler insanların vakit öldürmek için gittikleri yerlere dönüştü. Kâğıt, okey ve benzeri oyunları arkadaşları ile oynamaya gitmek ilk öncelikleri oldu insanların. Ancak bunun artısı olarak çay içmek de vardır. Haliyle kahveye pek yer kalmamıştır. Bu sebepten ötürü kahvehaneler isimlerindeki anlamı kaybetmiştir. Hatta bazı kahvehaneler durumu biraz daha geliştirip; oralet, muz, kivi, portakal gibi sıcak içecekler de sunmaktadır. Aynı zamanda bir nevi maç izleme noktalarına dönüşmüş durumda bu kahvehaneler. Her hafta insanların bir araya gelerek beraber maç izledikleri, gündelik konulardan bahsettikleri yerler oldular. Bu değişen kahvehane kültürünü iyi ve kötü yönde yorumlayabiliriz fakat bu kadar çok kişinin vaktini boş beleş oyunlara harcamasına ben kendi gözlerimde şahit olmuşken pek fazla iyi yönlerinden bahsetmek istemiyorum. Nedeni ise gerçekten çok basit. İnsanların bu dünyaya geliş amacını fark etmesi ve buna göre yaşaması gerekiyor. Ne yazık ki ülkemizin şartları çalışmak ve akşam eve geldiğinde televizyon izlemek üzerine kurulu ve bu durum insanların olduğu yerde saymasına, kendilerini geliştirmenin önemsiz bir konumda kalmasına sebep oluyor. Bunların hepsini düşündüğümüzde, eskilerin aydınlarını örnek alabilir ve kahvehaneleri tek tek kıraathanelere dönüştürebiliriz. |